1.11.07

Ben katilim




hayatımdaki herşeyin benim adıma başkaları tarafından belirlenmiş olmasını çok seviyorum. şaşıracaksınız ama kendimi çok özgür hissediyorum. gerçi şimdi bunu söylemem doğru olmaz çünkü özgürlüğün ne olduğunu daha sonra anlayacağım. şu an sadece önüme sunulan hayatı tecrübe etmek için yaratılmışım. elime kıpkırmızı bir elma aldığımda tam ısıracakken onun hüznünü ve durumu kabullenmişliğini gördükçe, farkımızı anlayıp, kendi halime seviniyorum.
daha ne güneşler göreceğim.

ama son zamanlarda bir sıkıntım var. belirli belirsiz kendini gösteriyor. sanırım buldum. evet, evet, kendimi özel hissediyorum. ama nedenini bilmiyorum. çünkü nedenini bilebilecek kadar gelişmiş bir bilincim yok. herkes öyle diyorsa öyledir diyorum. zaten aklım özel olmanın ne olduğunu sorgulamaya değil, insanların bu suçlamayı yaparken neden bu kadar zevk alıp benim için güzel bişi yapmışlar gibi sırıtmalarının sebeplerini anlamaya çalışıyor. lafa zeki, terbiyeli, esprili, yaratıcı gibi yığınla güzel söz söyleyerek başlayan kalın derililer neden en sonunda beni aşağılamaya ihtiyaç duyar ki? itiraz mı etsem? bu haksızlık değil mi? alay etseniz, beter ederim. küfür etseniz, cevap veririm. peki, bu şerefsizce ama usulca ve ince ince yaralama yoluna neden başvuruyorsunuz? biliyorum, tek amacınız beni kızdırmak ve aksini yani özel olmadığımı ispat etmeye çalışmamı sağlamak.

bunu fark etmem uzun zaman almadı. zaten o zamandan beri hakkımda konuşulanlara hiç sevinemiyorum. gururumu okşayacak söz öbekleri yan yana gelince içimi kaplayan mutluluğun tadına tam varacağım an, arkasından bu sıfatın geleceğini bildiğim için bir anda sessizleşiyorum. ve bazen lafın oraya gelmesini beklemeden tüm o güzel sözleri iltifatları daha henüz başında ikiyüzlüce reddediyorum. hatta inansınlar, diye türlü uçarılıklara girişerek öyle olmadığımı kanıtlamaya çalışıyorum. ama nedense herkes bir olmuş da aynı şey düşünüyormuş gibi geliyor. ister istemez kabul ediyorum.
kendimi özel hissediyorum.
üzülüyorum.

işte bu kabulden beri onlara yabancı hisseder oldum. ilk defa ben onlardan ayrıldım sanki. böyle olmadığımı bilsem de bazen sanki doğru dürüst onlara ayak uyduramıyorum. napiim? kenara geçip, izliyorum. her seferinde gözüm olanları farklı görmeye başlıyor. bazen içlerinden birinin birden bayıldığı geliyor gözümün önüne. herkes şaşkınlıkla bakarken yanına koşup diz çöküyorum. ellerimin arasına aldığım başını okşuyor ve sevgimle sevdiğimi sandığım kızı hayata döndürüyorum. yüreğime dolan sevgi her kalp atışımda kanıma öyle bir karışıyor ki tüm damarlarımda dolaştıktan sonra, çıkış kapısı olan ellerime ulaşmadan önce boğazımda toplanmaları uzun zaman alıyor. yeterince güçlenip dışarı hücum edince, ellerimden fışkıran sevgimi engelsizce ona veriyorum. öyle karşılıksız bir sevgi ki onun kim olduğunu dahi bilmiyorum. içimden umarım hayata döndükten sonra hiç görüşmeyiz diyorum. gerçekliğe döndüğümde ise hala hayalden kalan
bir düğüm oluyor boğazımda.

bunun hayal olduğunu, fiziki dünyaya ait olmayan bir durum olduğunu bilmeme rağmen tüm fizik kurallarını altüst edecek şekilde niteliksel olarak kalbimde bir hafifleşme hissediyorum. kenara geçip onları izlemeye başladığım zaman 19 kilogram olan kalbim, 18,79 kilograma iniyor sanki. bunun gibi onlarca hikaye yaratıyorum kafamda. bir yürek dolusu sevgimi nasıl boşaltacağımı bilemez gibi herkese sunmak istiyorum. sokaktaki dilenci çocukla ucuz kebapçıya gidip karnımızı doyururken konudan konuya geçerek saatlerce konuşmak istiyorum. ne kadar şanslı olduğumu bilmenin verdiği suçluluk duygusu ve acı ile ona dayanması gerektiğini belirtip, bir gün bu acıların geçeceği konusunda telkinde bulunuyorum. en kötüsü ise, gerçek hayatta yaşadığım tüm güzelliklerin dahi bu imgesel avutmaya eşdeğer olamayacağını hissediyorum. ve hayatını kurtardığım insandan sonra dilenci çocukla da vedalaşıyorum.

peki neden hep bi veda? aslında cevabını siz de biliyorsunuz. baksanıza, şu anda bu satırları yazarken, sanki böyleymişim gibi aktararak kurduğum hayal bile kardeşimin odaya girmesi ile bir anda dağılıyor. ama hayal gücü benim değil mi, istersem tekrar hayalini kurabilirim. neden yapamıyorum? çünkü her uyandığımda, gerçek dünyada bu hayali gerçekleştiremeyeceğim gerçeğini görüyorum. o kadar acı ki… her seferinde, gözlerim dalmış, kendi dünyamda kahramanlıktan kahramanlığa koşarken, bir şekilde uyanıyorum. hayal bitiyor, o da ölüyor. içinde yaşadığım gerçeklikte aktarmaya fırsat bulamadığım sevgimi hayallerimde cömertçe insanlığın kullanımına sunduktan sonra, her uyandığımda, istemeden de olsa, hayalin bitmesi ile birini öldürmüş oluyorum. her öldürdüğüm kişiyle yüreğim 21gram daha hafifliyor. hafiflerken ise hiçbir suçluluk duymuyorum.

Ben katilim. hem de hapishaneye atılamayacak kadar küçük bir katil…

ama suçluluk duymasam da, üzülüyorum. hayallerimde yaşadığım bu paylaşımların, gerisin geriye terli döndüğüm gerçeklikte hiç bir yeri olmadığını düşünüyorum. belki de bu sebeple, gerçek hayatta, dilenci bir çocuk gördüğümde ondan sevgimi mahrum ediyorum. dahası vermek istesem dahi sevgimi iletemeyeceğimi, iletebilsem de onun reddedeceğini düşünüyorum. söz konusu gerçek dünya olduğu zaman herşey karmaşık ve bir o kadar da sabit. diğer yandan hayallerimin geçiciliği o kadar yadsınamaz ki; kendi kendime, bu gerçek dünya içinde yaşamak zorunda oluşumun saçmalığına gülüyorum. ve yaşamak zorunda olduğumu fark ettiğim ve bu duruma güldüğüm için, daha da gülmek istiyorum. daha da gülmek için hayatta varolan onlarca güzel şeyleri düşünüyorum. dönüp kendime bakıyorum, o kadar güzel şeye sahibim ki… mutlu oluyorum.
hem de gerçek dünya içinde mutlu oluyorum.
inanılması güç değil mi?

ama aniden bir şey oluyor. herşey mutlu mesut giderken uyuşturucu bir etkiye kapıldığımı fark ediyorum, aklıma gelen bir soru ile: madem hayat bu kadar güzel neden onun güzel olduğunu kendime tekrar etmek zorundayım? işte o zamanlar, o kadar ağır geliyor ki yaşamak zorunda olmak bu gerçeklikle, tekrar hayallerime dönüyorum. ama bu sefer, öldüğümü hayal ediyorum. herkesin cenazemde ne kadar üzüldüğünü görmek istiyorum. hayır, ilgisiz sevgisiz yaşadığım için değil, çünkü sevgi ile gerçekliği bir türlü bağdaştıramadığım için. sevgi bana hayal gibi geliyor.
evet, evet, bir uyuşturucu…

ölülerin ve ölenlerin arasında yaşıyoruz. ben ise bu yaşta, yaşayabilmek için her gün öldürüyorum…gerçek o kadar acı ki hayallerimi öldürmeden, bu acıyı daha katlanabilir hale getiremiyorum. çünkü her hayalimden sıyrıldığımda gerçekliğin o kendini beğenmiş ve umursamaz tavrını gördükçe hayalimin kırılganlığına ve acizliğine şaşıyorum. bu durumda nasıl olur da hayallerime güvenebilirim? tabi ki gerçeklik ne istiyorsa onu yapacağım. kendisi ile barış içinde yaşayabilmek için küçük mücadelelerin sahne mutluluğun sahte olduğu ve hissedilenin hiçbir şekilde hissettirilmeye imkanının olmadığı bir yaşam şeklini kabul etmek tek seçeneğim. varolmamın tek garantisi, bana verilen bu yok etme görevi.

gerçek beni öldürene kadar ben hayallerimi öldürmek zorundayım.
en büyük trajedim bu sanırım.

ağlıyorum oluk oluk. içimde tutamıyorum. yüzümdeki ifadenin değişmediğini umarak gözlerimden yaşlar akıtıyorum. o ka-dar çok akıtıyorum ki vücudumun susuzluktan büzüldüğünü kasılıp tortop olduğunu hissediyorum. kendime geldigimde sanki saatler geçmiş gibi hissizleşiyorum. bir an susup, durulup aynada kendime bakmak için ağrıyan başımı kaldırıyorum. gözlerim kırmızı ama kaşlarım çatık. ağlamadım ki. der gibi. kendime acımam canımı acıtıyor. acı yine yüreğime temas ediyor. yine tutamıyorum. nehirler boyu süzülüyor, ormanlar geçiyor, dünyaya bereket katan şelaleler gibi ağlıyorum.
çağlıyorum.

hayır, hıçkıra hıçkıra, katıla katıla, bağıra bağıra değil. sanki, siz benden rahatsız olmamak için bu yazılanları okurken mute tuşuna basmışsınız gibi sessimi çıkarmadan ağlıyorum. tek çıkardığım ses ise bedenimde tutsak kalmaya daha fazla dayanamayan nefesimi azad ederken, dilim ile damağımı ayırmamla, onları birleştiren yapışkan sıvının çıkardığı ses…Xururuca.

ciğerlerimden gelen bu baskı ile uzun süredir nefes almadığım fark edip, o anda pişman oluyorum. çünkü o sırada konuşabilecek nefesim olsa, o nefesimi de keser:

“gitme küçük nefes, orası çok acımasız” derdim.

8 yorum:

moya dedi ki...

Sakin ol belki.. bir anlamı olması gerekmiyor. Eğreti durmaya mahkum hep laf. Madem öyle; onları öldürmek lazım. ego.

Adsız dedi ki...

sanırım seni daha iyi anlıyorum artık.

moya dedi ki...

Razıyım. Hiçbir şeye gerçekten inanamadığımdan her şey aklıma yatar oldu zaten. Peşin cevap olmuşum. Nokta da pek çok şey anlatmıştı.. Sahtekarlık yapmana gerek yok ki hem. Sonradan istediğin yazıyı yazıp istediğin tarihi koyabilirsin üstüne. Yazını yazdığın metin kutusunun altında öyle bir seçenek var. İstiyorsan saatini de değiştir. Araştırırsan daha iyi bir sahtekar olursun. Gülen yüz. Nasıl da birinci tekille var olabiliyor ancak insan. "Ben devletim, ben teröristim." bekliyorum senden. Alaycı gülümseme, derinin altından gülmek. Bak beklentiye girdim. Herkes rolünü oynasın. ying yang.

Adsız dedi ki...

çocukken aglamak ne kolaydı.. bahaneler daha çoktu büyük sıkıntıları örtbas etmek için..

Adsız dedi ki...

göz pınarlarını sömürmeden boğazları düğümleyerek...

Adsız dedi ki...

öldürme.....yaşasınlar ....

Adsız dedi ki...

nasıl ağladığını okuyarak gören kişi. benim bu.
katil olmak belki de en /acımasız/doğrusu.

Adsız dedi ki...

ben kızımı öLdürdüm .. öLümünde öLdürmeninde ne demek oLduqunu cok cok iyi biLirim.ama katiL oLmak en son care oLmaLı..kendini kurtarmak için katiL oLmak hata .. heLeki gercekten tutukLanamayacak kadar kucuk bir katiLsen .. nedeni ise ; ben annemLe büyümedim. büyüyemedim. bugün, hatta şu an bunları ilk kez kendime itiraf ediyorum. ve eğer ki bnm de bir kızım oLsaydı şayet O'da annesiz büyümenin ne olduqunu annesinin yasına geldiğinde anlicaktı.belki de beni annam yetişriseydi, annemin kızı olsaydım bugun kucuk bi katiL oLMAZDIM!!!!!