29.1.08

Ben günahım



Ben adamım. Adam mısın?

Ah günahkar adam! Nereye kaçacaksın? Günahkar adam, nereye kaçacaksın? Nereye kaçacaksın?

Seni bilmez miyim hep safa yatmaktasın…

Önce kayaya koştun. Terler içinde nefes nefese arkasına saklandın. Bir umutla görünmeyeceksin sandın. Onca zaman görünmezliğinden muzdarip en meydanlarda olmayı dilemiştin ki tansık yerini buldu, birden canlandın. O zaman da öyle bir göze battın ki, sanki tüm dünya gözlerini dikmiş sana bakıyor paranoyasındaydın. Peh kaçmak korkakların işidir dedin. Diğerleri ne düşünüyor az da olsa umursar gibiydin. Çok zaman geçmeden arkana bakmadan koşmaya başladın. İşte oydu, o, benliğinin dışında kalanların müdahalesini kırdığın adım.
Kaya lütfen beni sakla!
Terler içinde nefes nefese arkasına saklandın. Ne zaman ki döndün arkanı yasladın, terinle doldu önceleri hava giren çatlaklar, derken buz kesti genleşti. Öyle bir patladı ki, en ince kumlu sahillerin tozları dahi pudra niyetine yüzüne sürerdi. Kaya’nın son sorduğu şöyleydi: “ Nice mahlukatları sakladım arkamda usulca, kayadan sert kalbin vardı madem neden görünmezlik aradın arkamda arsızca?”

Sonra nehre koştun. Terler içinde nefes nefese içine saklandın. Sessizlikte, cansızmış gibi nefessizlikte. Bir an kendini unuttun, sularına tekrar daldın terini soğuttun. Bir süre kimse beni fark etmez diye beklerdin. Bilirim o plasenta duygusunu bir hayli severdin. Dostlarına ben yokum dedirttin. Kış ortasında nehre kimsenin bakmayacağını iyi akıl ettin. Hatırlar mısın herkes senin hep döneceğin yalanına kanıyordu. Hatırlar mısın o saklandığın nehir nasıl da kanıyordu… Dileklerini kesip, güç diye yakaran alyuvarlarını akıtsan, o kadar al al yapamazdın o denize dökülen nehri istediğin kadar kanatsan. Buradan sonra ne var, denize mi varacaksın? Orda rengim belli olmaz yeter ki köpekbalıkları kokumu duymasın.

Sonra bana geldin. Lütfen beni sakla dedin. Terler içinde nefes nefese elime avucuma sığmadın. Yalvardığımı görmüyor musun? Dizlerimi senin için çöktüm diye seslendin. Gözlerini bana çevirmiş en acınası halindeydin. Ama kabul edelim o zaman bile gözbebeklerinin içindeki kordan korumak için çevreni, sıkıca gözlerini kapat zorunda hissettin. Hadi beni şaşırt! Bu sefer gerçekten saklanmaya ihtiyacın olduğuna inanayım. Kim inanır senin saklanacak kadar müşkül durumda olduğuna?

Yolun sonunda anladım ki kaçmanın asıl sebebi de bana gelmekmiş. Derdin, en azından ilerisini görmek böylece belki daha iyi hissetmekmiş. Ah günahkar adam! Ben ne seni günahlarından arındıracak rahibim ne de sıkıntını geçirecek reçeteye sahibim. Ama iyi ki bana geldin. Çünkü bu sayede gördün ki yine başladığın yerdesin.

Biriniz de sormadınız. Sen tanrı mısın? Nasıl biliyorsun tüm bunları. Nereden duydun kayanın son nefesinde neler fısıldadığını?
Ben biliyorum. Çünkü ben tüm bu olanların sebebiyim.
Ben günahım. Tek hareketim yeter benliğini koşturmaya, işin sonunda tutmasa da ahım.

Nostaljik bünyelere alerjik bir haz verir eskilerden gelen benzerlikler. Hapşırdıktan sonra açılan geniz gibidir. Yaşadığını hissettirir. Bazen sonunda bu noktaya gelecek olduğunu bilse de insan, sırf terlemek için koşmaya başlar ataletin bedenini sarmaya başladığını hissettiği an. Biz günahkarlar, yola çıkarken varacağımız yeri değil sadece o yol üzerinde olmayı sevdik. Hiçbir zaman rotamızdaki hedefe ulaşmayı düşünmedik. Çünkü, ahtapot kolları gibi sarmaya başlayınca çevremizin ilgisi sevgisi, sıcak tutar bir süre o kapanmışlık hissi, içimizi. Ama ne zaman ki o sıcakta dahi terlemediğimizi anlayınca, hoop diyip kurtulmak isteriz sırf rüzgarı karşımıza almak için kanımca. Zaten o rüzgarlardır ki bizi yola koyan, koşmamıza vesile olan, durduğumuzda ise tekrar terlememize yarayan. Peki, onca yol ne işe yarar? Tekrar aynı noktaya dönülecekse… Bilinmez. Belki sadece vakit kaybı. Yine tüm bu terlerden sonra elde kalan, sadece toksinlerinden azcık daha arınmış sosyal bir hayvan.

19.1.08

Ben kadınım



Soğuk bir oyun gibi başlangıç yapmak gerekti bu konuya, en güzel özeti verebilmek için. “En zor tarafı bir parçası olmayıp, gitmesine izin vermektir. En zor kısmı budur.”

Sanıyor musun ki, kolaydı benim için, böyle bir günaha karşı koymak? Belki seni değil senin yarattığın şüphe ve çelişkileri sevdim. Belki sadece kendimden ve kendi yarattığım çatışmasız ortamdan bıktım ve yeni bir çıkış yolu aradım. Ama başından beri biliyorsun, ciddi değildim. Aklımın başında olduğu çoğu zamanlar senin için de benim için de çok hayırlı olan o mesafeyi koydum. Ama bazı güneşli günlerde mesafesizliğe karşı koyamadım. Sen bu güneşli günlerde benden bir sinyal almanın heyecanıyla ışıldadın. Ben ise hala birinin gözlerini ışıldatabildiğimi görüp kendi karanlıklarımı şaşırttım. Ama başından beri biliyordun, ciddi değildim.

Hakkımda hiçbir şey bilmemene rağmen üzerime gelmeyerek bana en büyük iyiliği yaptığını söyleyebilirim. Zira, öbür türlü olayların ne kadarlık kısmı benim kontrolümde gelişirdi bilemem. Hayır, sakın bir kontrol manyağı olduğumu düşünmeyin. Hatta kontrolün ve düzenin yaratıcılığımı kısıtladığına bile inanırım. Ama sebeplerim var.

Sandığın kadar güçlü değilim. Ama bu bahsettiğim güç, senin gibi mıy mıy mıy ben zayıfım, hatta alın onlarbenim’de yer alan zayıflıklarım diyerek haykırılan bir güç iddiası değil. Çünkü sen hep güçlü görünüyorum ama aslında zayıfım diyerek, üzerine bir de eline klavyeyi alıp kendi zayıflıklarından bahsederek başka bir güç gösterisi yapıyorsun. Aslında, bir yandan sürekli tüm bu anlatılanları gözlemleyecek ve açıkça başkalarına itiraf edecek kadar güçlü ve benliğine hakim olduğunu kafamıza kafamıza vuruyorsun. Bundan ötesinde kelimeler teferruat kalıyor. Ama varsın olsun, seni okumayı seviyorum. Zira ben de öyle olsam ben de aynı şekilde davranırdım.

Peki nedir bu bahsettiğim güçsüzlük? Seninle aramızdaki en bariz fark, ben hayata ve dünyaya uyum sağlama isteği ile kendi habitatımı yaratmaya gönüllüyüm. Zira şu an, kendi evim, eşim, aşım var. Kendi dünyası ile gerçekliği kavuşturabilmiş dimdik bir başım var. Zamanında herkes gibi ben de yaralandım ve her yaradan güçlenerek çıktım. Hayalleri seçtim, hayatı kötüledim. Ama ne zamanki dünyayla barışmayı ve sabitlikten zevk almayı seçtim, o zaman beyaz tenime tekrar kan getirdim. En sonunda vardığım noktada sessiz kalacak ve gücümü göstermeyecek kadar olgunlaştım. Çünkü gücün en bariz olduğu yerde kendisini hissetmeye mahal verecek bir durum olmaz. Bu durumum gaddar ve soğuk bir insanmışım gibi algılanmasın. Ki hala birisi ‘O’ndan bahsederken yüzüm kızarıyor. Hala bir başkası hakkımda yanlış bir şey düşündüğü zaman düzeltme ihtiyacı hissediyorum.

İşte bahsettiğim güçsüzlük de bu zaten. Kendimden kaynaklanan değil kendimi ifade ederken dışardan kaynak alan bağlar beni güçsüz kılıyor. Daha somut konuşmak gerekirse, beni hayata, dünyaya ve gerçekliğe bağlayan şeyler var. Senin gibi hayal dünyamın orgazmik yapısı ile övünmüyorum. Zira tam da beni bu hayata bağlayan şeyler dünyamı çekilir kılarken diğer yandan beni güçsüz yapıyor. Gücüm oranında istediğim gibi hareket edemiyorum. Adından belli, bağ bunlar. Üzüm bağı değil.

Gücüm olmazsa nasıl cesaret edebilirim? Yıllarca emek verip, keskin uçlarını törpülediğim bu bağları nasıl atıp senin karşına çıkabilirim? İçten içe benim için en uygun insan olabileceğin ya da senden nefret edeceğim çelişkisini yaşarken ve hangisinin gerçek olduğunu sorgularken, ne cüretle kendisi hayallerinde mi yoksa gerçeklikte mi olan bir adamın kollarında mutluluk arayabilirim? Seni ne kadar tanıyorum ki?

İşte bu nedenle, evvel zaman önce, bu paragraftaki şu kadar sayı soru azalsın diye sonuncudan başladım azaltmaya. Ayağa kalkıp, seni tanımaya çalıştım. Tüm bu süreçte kendimi bazı şeylere kaptırmamakta çok başarılıydım. Zira dizlerimin bağlarını çözmeni istesem de hayat bağlarıma dokunmana izin veremezdim. Bu nedenle hep iyi bir arkadaş olacağını umdum. Komik, neşeli, akıllı biraz da şapşal. Ama bunun mümkün olmayacağını biliyordum, bilmeme rağmen tanıma arzumu dindiremiyordum. En büyük umudum hakkındaki öngörülerimde yanılmış olduğumu görmek ve dışarıdan hiçbir müdahaleye gerek kalmadan seni silip yoluma devam etmek. Silemeyeceğimi gün geçtikçe anlıyorum. Arkadaş olamayacağımı da. Sevgilin olmak mı? Asla.
Son umudum kaldı bayan. Bir şekilde benden vazgeçmeniz. Güçsüzlüğümün kaynağı olan bağlarımı görmenize rağmen direndiniz. Umarım benim direncimi denemezsiniz.

İşte bunları yazarken ben adamım dediniz. Bir nebze korkularımı elediniz. Ben adamım demek kolay. Bunca zaman içimi kemiren bir kurt… Sıkıysa bu sorumluluğu sırtlan. O zaman anlarım ki sen hayallerimdeki kaplan. Ama şimdi görece rahatım. Sen ben adamım deyip benden kurtulunca, ben de bu çelişkilerden kurtuldum. Artık hayata ve dünyaya çok daha mutlu bir yüzle bağlıyım.

Ben kadınım. Beyim ne derse onu yaparım.

9.1.08

Ben adamım



“Bugünün geleceğini biliyordum” diyerek kendimi avutuyordum. Ne katilin çektiği gibi bir acı ne de makinistin yaşadığı rahatlamaya benzer bir şeydi… Kayıtsızlık hakimdi belki de. Var olmuş muydu ki, yokluğu kayda değer bir fark yaratacaktı sanki. Der gibiydim.

Hayatımız boyunca bir takım gerçeklerin peşine düşüyoruz. Aldatıldığımız zaman kızıyor, yanıldığımız zaman utanıyoruz. Gerçek güç demektir. Gerçeği bilmek herşeyi kontrol edebilmek gibi gelir. Bu sebepledir belki de bizi sürekli bir şeyleri sorgulamaya iteni yadsımıyoruz. Gerçeği bilme arzusu…
Ama daha evvel sorulmayan bir soru var ki hep göz ardı ederim, önümüze sunulursa halı altına iterim. Madem öyle, sen cevap ver. Biliyorum ve söyleyebilirim desem, razı olur musun?

Gerçeği bilmeye hazır mısın? Kaldırabilir misin? Gerçekten?

Gerçeğin ne olduğunu bildiğim bir zamanda, hatta sürekli kafama vurula vurula unutmama fırsat verilmeyen bir anda, gerçekten kaçabilme arzusunu buldum kendimde. Hani gerçeği bilmek gücü elinde bulundurmaktı ya, ben bilmezmişim asıl gerçekten kaçmanın güç istediğini. Bir çocuk kadar güçlü olmak gerekirmiş bir takım yalanla oyalanmak ya da gerçeğin ne olduğunu göremeyecek kadar arzularının esiri olmak için. O kadar sosyal varlıklarız ki arzularımızın esiri olmak için canımızı veririz. Ama ben gerçeği bir süreliğine unutacak kadar dahi arzularımın esiri olamadım.

Aslında oldum. Bir süre inandım. Hatta herkesin gerçek diye bildiğinin aslında bir yanılsama olduğuna ve bir şekilde bazı sinyallerle asıl gerçekliğin bana göz kırptığına. Ama o kadar merhametli bir adamdı ki bu bir şekilde benim cesaretimin kırılmasına dayanamıyordu. Sanki herkes bir saniyeliğine gözünü kapasa, benim içimi rahatlatmak için gerçeği saniyelik de olsa ortaya çıkaracak ve dayanmam için destek olacaktı. Ve daha sonra hepimiz eski hayatlarımıza.

O sırada çocuk olmamak ne mümkün. Öyle bir durum ki bu budur diyorsunuz, ve kimsenin inanmayacağını biliyorsunuz ve en güzeli gerçekliğin kaynağı olan kişinin kendisinden başka kimsenin inanmasına ihtiyaç duymuyorsunuz. Hayatta nelerin mümkün olabileceğine dair bir fikir üretimi gerçekleşiyor haliyle. Ama bu mümkün olanların hiçbiri benle ilgili değil. Hatta o kadar ki, kendimi var olduğunu sandığım gerçekliğin içinde hayal ederek dahi onun tekilliğine gölge düşürmek istemem gibi.

Olur da şans yaver giderse, arada sırada tekrar onun yarattığı dünyaya dönüyorum. İçine doğduğum ve ister istemez yaşamak zorunda olduğum bu gerçeklikten bir an için kopabilirsem – ki bu kopuş zaman-mekan mefhumlarının değişimi değil sadece algının değişmesi- o anda içinde yaşadığım oda, çevremdeki nesneler, dudakları kıpırdayan ama ne dediklerini duyamadığım insana benzer varlıklar sanki benim varlığımdan haberdar değilmiş gibi kendi gerçekliklerini yaratıyorlar. Sanki herkes herşey her her, kendi dünyasında. Uyku ile uyanıklık arası bir hal. Ne olduğunu anlamaya çalıştığım anda yok olacak kadar kırılgan ve alıngan.
Tüm cesaretimi toplayıp bunun gerçek olup olmadığını sormak istiyorum. Maalesef o kadar büyük bir risk ki bu soruyu sormaya kalkışmak. O bahsettiğim güç işte burada gerekiyor. Hani sorunun cevabı evet olacak olsa, tüm bunların yaşanmayan bir gerçek olması büyük bir kayıp olacak. Kaldıramam. Cevap hayır olacak olsa, o anda gerçeklikten bu kadar kopmuş olmayı hatta bundan haz alarak dahasını istiyor olmayı başka birinin önünde kabullenmiş olmanın verdiği rahatsızlık oluşacak. Yok, yok bunu da kaldıramam. Tekrar olgunlaşmalıyım. Çünkü zayıf olmayı garipsemediğim tek çağım, son yaşlarım.

Ben adamım.
Peki maden bu kadar meşakkatli bir iş, kaldırılması güç. O zaman nasıl oluyor da tüm bu durumumu analiz edip bir şekilde size iletme fırsatını buluyorum? Sanki, bunları yazmanın ve dolayısıyla itiraf etmiş olmanın tek gerekçesi şu anda -anlık olarak- bu bahsi geçen onun dünyasında var olmam. Hatta itiraf ediyorum, biraz önce şu cümleyi yazmam ile kendisi kayboldu bile. İçimden bir ses mantıklı olanın tüm bunları silmek olduğunu söylüyor. Bir başka ses ise bu üzerime yapışan ve gerçek olduğuna bir süreliğine inandığım gerçeklikten kurtulmamın tek yolunun tüm bunları yazmak ve dolayısıyla somutlaştırarak kurgusallığını olumlamış olmak olduğunu söylüyor.

İşte böyle ben de başlıyorum yazmaya. Yokmuş meğerse gücüm tüm bunları kaldırmaya. Ne acıdır ki senden kurtuluyorum. Zaten bugünün geleceğini biliyordum.