10.9.08

Ben görünmezim


Buradan bakınca herşey çok daha çekilebilir görünüyor. En azından kimsenin yüzünü görmek zorunda değilim. Benim için hiçbirinin bir kimliği ya da karakteri yok. Hatta hepsi birer nesne. Otobüsün her yalpalayışında kafaları sağa sola doğru aynı anda sallanan nesneler. Benzin istasyonundan satın alınmış gibiler. Evet, biliyorum ben de ön tarafa oturunca aynı duruma düşüyorum ama zaten bu sebeple en arkada oturduğumu söyleyebilirim. Hiçbirini tanımadığım gibi onların hakkında düşünmek ve tiplerine bakarak birer hikaye yazmakla oyalamıyorum kendimi. Ya da şu yan tarafta oturan çocuk gibi çantamdan çıkardığım mürekkebi kurumamış mektupları okuyup, hüzünlenmeye çalışıp, yeterince üzülemediğimi farkederek boğucu müziklere başvurmuyorum. Yaşıyoruz, gidiyoruz bin şükür.

İtiraf etmeliyim. Hiçbir özelliğim ya da çekici yanım yok. Bir kere bakanın bir daha bakası gelmiyor. Ya da kimse yanımda oturan şu sıkıcı giyimli bayla iki çift laf edeyim demiyor. Ama kimse farkında değil, en büyük özelliğim de bu aslında.
Ben ee şey ben ee evet, görünmezim. Ben rünmezim
Harry Potter hastası geç ergenleri heyecanlandırmasın bu lafım. Görme duyularının ötesinde kendini idame ettiren bir varlığım yok. Sihir değil büyü değil. Sadece ben görünmezim diyecek kadar kimsenin umurunda değilim. Aman melankoli bağımlısı kimse beni anlamıyor yeni yetmelerini de heyecanlandırmayayım. Bu durumumdan çok ama çok memnunum. En büyük özelliğim değil boşuna. Bu sayede kilometrelerce yaşıyorum. Büyük şehirlerin ana caddelerini parselleyip, kendimi bir orman yolunda buluyorum ya da toprak yollarda kırların büyüsüne kapılıp, uçurumlarda ölümlerden ölüm beğeniyorum. Kimi zaman demiryollarına paralel gider halde otobüsü lokomotiflerle yarıştırıyor kimi zaman dağlar arasında yılan gibi kıvrılan yollardan mühendislik harikası tünellere imza atıyorum. Çoran'ın dediğine uygun, fiziksel gereksinimleri giderilmiş bir birey olarak bilgiye ihtiyaç duymadan yaşamaya çalışıyorum. Ne idealler konusunda bir endişem var ne de bilinmeyenler. Otobüs nereye götürürse, kaderde görülecek ne varsa, gidiyorum, görüyorum. Yenmek umrumda değil.
Yolculuğun en başından beri burdayım. Anlaşılan daha uzun bir süre daha burada olacağım. Şu an size seslenmeye karar verdim zira anlatacaklarım var. Görülen ile anlatılan bir olmasa da bilin ki bu anlattıklarım gerçektir. Bunları bilmeniz bir şey değiştirmeyecek, sadece benim varolmaya nasıl devam ettiğim hakkında bir ipucu verecek. Bu durumdan feyz alır da kendi güvenliğiniz için kullanırsanız ne ala. Kullanmazsanız sonuçlarına katlanırsınız. Aslında umrumda değilsiniz, kimse ile bir bağım yok nitekim. Ama biz bağımsızların, umurunda olmayanlarını soyunu devam ettirme gibi bir endişesi vardır içten içe. Vurdumduymazlar krallığının gökten yeniden inişine yakarır gibi. Neyse.
Cinayet desem değil, intihar olması pek muhtemel değil. Bir vahşet, ama öznesi ile nesnesini kesiteremediğimiz, yok olanın akıbeti hakkında bilgi veremediğimiz. Mevcudiyetleri son bulsa da sürekli hala orda olduğunu hissettiğimiz bazı ben'lerin tükenişi. Kendilerini tükettiler diye bir not bıraksalar sebebi belli olurdu, inanırdık. Ama kimsenin bir tahmin yürütemediği kesin. Ne olduğunu bilmiyorum, ama herşey molalarda oluyor. İhtiyaçtan mıdır, meraktan mıdır bilinmez inenlerden bazıları geri binmiyor. Dahası kimse geri binmeyenlere ne olduğunu merak etmiyor. Muavinin elinde bir liste olmasına rağmen, sayıca azalıp artmamıza rağmen hiçkimse kontrol etmeye kalkışmıyor. Sanki birisi ses çıkarsa başına gelecek benzer kaderden sıyrılamayacak gibi. Otobüs kalkana kadar o kulakları delen, kanı donduran, zihni etkisizleştiren sessizlik...
Dolayısıyla ben de susuyorum. Kimileri harekete geçtikten sonra bu konuda konuşmaya başlıyor, kimileri muavine şikayet ediyor, bazıları veda mektuplarını hazırlıyor. Hiçbiri bu kaderi kabullenebilecek gibi değil. Hissediyorum, içlerinden biri çıkacak bu gidişe dur diyecekti. Ben ise kabul etmek ya da etmemek başka bir konu, böyle bir durumun varlığını yadsıyarak kazanıyorum. Ne mi kazanıyorum? Vakit. Başka ne kazanabilirim ki, yenmek umrumda değil zaten.

Yazılar, molalar, içeride kalanlar, dışarıda ne durumda olduğu belli olmayanlar. Birileri karar veriyor kimin kalıp kimin gideceğine. Yine başa geldi işte diye düşünenler oluyor. Ama ikinci mola herkesi daha çok rahatsız ediyor çünkü ilkinin istisnai olduğu kanısını çürütüp yokeden bir umutsuzluğa sebebiyet veriyordu. Bu ikinci mola biraz garipti. Tembellik, isteksizlik değil, bir rakip mecraanın etkisi egemendi.
Her verilen moladan sonra yerini korumuş olmaktan memnun yolcular hem dikkat çekmemek için hem de o anda hala otobüsün içinde olma şansına sahip olmanın tadını çıkarmak için sessizce, sebepsizce dışarıyı seyrediyorlardı. İşte o anda hiçbirinin benden farkı yoktu. Hepimiz kendimizce görünmezdik. Ama bende bu cana can katan o sabır olmasa, ben de onlar gibi ancak kısa bir müddet görünmez kalabilirdim. Ben de onların bu kısa süreli farklılıklarından faydalanıp, bu garip durumda nasıl göründüğümü merak ederek herbirini seyrekoyuldum. Neler gördüm...
>Gördüm. Dışarıya bakan gözlerin camdaki yansımasını gördüm. Görmenin verdiği, daha doğrusu görüntünün görme duyusunda işlenip rüşvetle akla binbir güzelliği getirdiği haz ile renkli olanın, hareketli olanın büyüsüne kapıldıklarını gördüm. Adeta taşlaşmışlardı. Uyuşturucu etki gösteren bir ayine katılmış gibi ya da diğer bir ifade ediş şekli ile sadece televizyoda bir komedi programı izler gibi donuk, şaşkın ve görselliğin büyüsüne kapılmış halde dışarıya bakıyorlardı.
>Gördüm. Dışarıya bakan gözlerin camdaki yansımasında iktidarı gördüm. Olana dışarıdan bakabilmenin dolayısıyla direkt etkisi altında kalmamanın ve istediği anda sadece göz kapaklarını kapatarak ya da bir tuşla out vererek bu görsel şova bir son verebilmenin verdiği gücü gördüm. Yalnız bu diktatoryel bir güç değil; görünür olmadan görebilmenin verdiği muktedir kazançla beraber hediye edilen bir pasiflikti. Tabi ki herkesin hoşuna giderdi.
>Gördüm. Dışarıya bakan gözlerin camdaki yansımasında iktidarın basiretsizliğini gördüm. Göze hitap etmenin verdiği kaygı ile iletiden/iletişimden uzak yapısında var edilenlerin çabucak yok oluşunu tecrübe edip, basitçe üzüldüklerini gördüm. Ama eminim vardı, içlerinden birkaçı; görüleni kendince yeniden yaratıp salt iletim amacını aşarak farklı gözlere kırkbir mana peydahlatacak şekilde basiretsizliği aşacaklardı. Yarattıkları göze, gönüle, akla hitap ederken afyonları patlatacaklardı. Yine de çoğunluk bu durumun çekici olmayan yanlarından çekinerek enfiyelerine sarılmaya devam edeceklerdi. Gözlerinin feri geçmiş bir şekilde parmak oynatarak olanlara bakıp olanı olduğu gibi kabul etmekte kalacaklardı.
Derken.
Aniden.
Ayağa kalktı onlardanbiri aniden alev alan bir ateş gibi. Bir ateş ki feri kaçan gözlerde Prometheus'u yattığı yerden geri diriltirdi. Ellerini havaya kaldırınca üzerine bol gelen elbisesinin kollarına çarpan boynundaki kolyelerin renkli renkli taşları feryat figan birbirlerini itiştirdi. Derviş görünümlü bu uzun saçlı derbeder adamı akıl kategorilerinde nereye sığıştırıcaklarını şaşıran kalabalık olanca dikkatini dışarıdan alıp adama yöneltti. Derviş elinde kötü bir mecmua kafasını kaldırarak avazı çıktığınca bağırdı:
"Ey Hayat Yolcuları! Önce kelam vardı."
Sonra konuşmaya devam etti. Kendi güvenliğim gereği konuşmanın gerisini iletemeyeceğim. Ama biliyordum ki hikaye uyarınca aslında tüm yolcular onun söylediklerini dinlemeliydi. Sözde de olsa bir uyanış gerçekleşmeliydi. Metine göre bu haykırış onlara tekrar yaşama sevinci aşılayacaktı. Kimbilir bir türlü yuvarlanamayan diller şekillere akacak, satırları doldurup sonsuzluğa kavuşacaklardı. Metîn olup, metin olcaklardı.
Peki metin metni açıklayabilir miydi? Bu yolcular dervişin lafını daha önce çok duymamışlar mıydı? Devir ani uyanış devri miydi ki, saman alevi benliklerini saracak ve o benliği yırtarak yenisini yaratmaya kalkaşacaktı? Gerçekten önce kelam var mıydı? Yoksa görülenden ötesini vaadetmek tüm zamanların en başarılı işi olan umut tacirliği miydi?
Beni az çok tanıdınız... Tabi ki dervişin ayağa kalkışı benim durumumda hiçbir değişikliğe yol açmayacaktı. İdealler dünyası için fazla yerimi seven biriydim. Ama yerimden kımıldamasam da zihnimi kontrol edemedim. Soruşturma bi kere başlamıştı...
Acaba dervişin diğer delilerden bi farkı var mıydı? Neden güzel güzel görünenin tadını çıkarırken birileri bunun gerçek olmadığını iddia etme ihtiyacı hissederdi? Acaba tersi kanıtlanamadığı için mi? Gördüğümüz olgunun göründüğü gibi olmadığını bize sürekli hatırlatan nedir? Acaba salt görüntüyü idrak etmekten uzak mıyız? Yani neden gözümüzden ulaşan görme duyusunun her iletisinin yanına beynimiz ona eşlik edecek sözleri-düşünceleri yerleştirmektedir? Sözümle gözüm birbirinden bu kadar mı uzaktı? Parmaklarımın tuşlara basma hızı düşüncelerimi iletme hızıma yetişemezken, saliselik bir fırça darbesi o anki duygularımı nasıl da uygun bir şekilde ifade edebiliyordu. Fakat bu sefer tersinden, en sonunda ortaya çıkan görüntü bana hiçbir şey ifade etmezken, nasıl da satırlarca kusulan bir metin ruhuma ruh katıyordu? Aralarında bir ortak yol var mıydı? Yani yazı ile görseli birleştirmenin bir yolu var mıydı? Yoksa görme duyusunun kabiliyeti kendi başına varolmaktan bu kadar aciz olduğu için mi herzaman görünenden ötesi olduğu hissiyatı mevcuttu? Gerçekten önce kelam mı vardı?

1.9.08

Ben yazım

Yazın/-* Yazı/-* Yaz? Huh!
Bir yaz mevsimi de böylece geçmiş oldu. Geçmiş olsun!