30.3.08

Ben adağım

Ben de onlardan biriyim. Sadece onlara göre biraz daha meşgul olduğum için ancak şimdi sesimi iletme imkanı buldum. Meşgul derken kelimenin işgalle aynı kökten geldiğini hatırlayacak kadar zaptedilmiş bir durum benimkisi…
Tabi bu meşguliyetin ana sebebi yapacak işlerimin çok olması. Ama sanmayın ki hayatım çok yoğun o yüzden sürekli bir koşuşturmaca içindeyim. Tam da tersi yani, sırf yoğun olmamak için hiçbir sorumluluğun altına girmediğim bir dönem. Hani bir şeyler üzerine düşünüp karar vermem kolay olsun diye. Ama nedense sürekli bir yapacak işlerle çevrelenmişlik durumu değişmiyor. Nedeni aslında çok belli: hiçbir şey yapmadığım için yapacak işler hiçbir zaman azalmıyor. Olağan bir rahatsızlık hali, yani bir şeyi bitirmiş olmanın verdiği mutluluk ya da rahatlık olmadan yaşanılan dakikalar, saatler, günler, haftalar.
Ama yine de çok seviyorum. Neden bilmiyorum, önce gaza gelmek için bir iki şarkı açıyorum. Sonra yapmam gereken şeyleri kafamda sıraya koyuyorum. Listenin hemen başına yaşadığım çevreyi düzenli bir yerin ve yaşamın sinyallerini veren bir hale getirmek var. Ya odamı topluyorum ya da kafamı… En sonunda masamın başına geçip, gerçekten yapmam gereken şeylerin listesini yapıyorum. Çizelgeler, tarihler, gün-saat ayarlamaları. Tüm bu ön hazırlık bile saatlerimi alıyor. Ne güzel işte saatler geçiyor.
Sonra ise en zor kısmı geliyor. Seçim zamanı, diyelim bir şeyler okunması gerek, hangisinden başlasam? İşte buna karar vermek için bile yoğun bir uğraşa giriyorum. Derken iki saat geçmiş oluyor, buyurun size mola vermek için bir sebep.
Mola anlarında ise dinlenmek ya da kafamı rahatlatmak yerine kendime nasıl daha çok iş çıkarabilirimin kaygısına düşüyorum. Mazoşistçe bir zevk sanki, işler biriktikçe daha güçlü bir imaj çiziyorum sanki benliğime.
Ve gerçekten işimin başına geçmem gereken anlarda, odamı toplama bahanemden sonra kendimi kötü hissettirmeyecek fakat yapmam gereken işlerden alıkoyacak bir sorun çıkarıyorum kendime. Kendim çıkaramazsam da Tanrı koşuyor yardımıma telefonum çalıyor ve birisi bir konuda yardım istiyor. Aaa şimdi yardım etmezsem olmaz ki… Mesela hiçbir zorunluluğum olmadan 2 sayfalık bir metnin çevirisini yapıyorum. Uff ne yoruldum ama! Bir mola daha.
En sonunda iki şarkılık gazın üzerinden bir gündüz geçip hava karardıktan sonra yeni bir motivasyon dalgası sarıyor bedeni. Koçum ben gündüzleri diil geceleri çalışırım, diyorum. Sonra biraz oyalanmadan sonra tekrar masanın başına geçiyorum. Ve sabah yaptığım listeye bakıp, bugün için kararlaştırılmış işlerin neler olduğuna bakıyorum. Daha sonra ise ertesi gün için karar verdiklerime. Ve aklıma o deney geliyor, psikoloji deneyi:
Bir fareyi labirentin ortasına yerleştiriyorlar. Klasik olaydan farkı olarak bu labirentin çıkışı yok. Ama yine de etrafında hani şu çizgi filmlerde Jerry’nin bir solukta yediği delikli peynirlerden var. E bizim mahlukat kokusunu alıyor haliyle. Bir telaş canhıraş ter içinde başlıyor kokunun kaynağını araştırmaya. Yüce Mickey’e sığındım diyerek sağa mı gidersin sola mı gidersin o tünel senin bu köşe benim derken tüm labirenti parselliyor. Çıkışın olmadığını anlayınca ortaya dönüp oturuyor. Tam bir teslimiyet havası. Kıpırdamıyor bile. Sonra bizim beyaz gömlekliler labirenti kaldırıyor. Hayvan yine yerinden kıpırdamıyor. Resmen küsüyor, teslim oluyor…
Ama olsun, teslim olmayayım. Şimdi erken yatıp, dinleneyim, yarın çok daha yoğun bir şekilde kendimi işlerime adayacağım.
Ben adağım. Bıraksalar dünyaları yaratacağım.


20.3.08

Ben isyankarım

Yazmak kadar yazmamak da bir ifade biçimidir. Hatta daha çok şey anlatır ama kalıcı değildir. En kötüsü ise çabucak çarpıtılabilir. Bu tip (geçen yazıdan şu ana kadar yaşanan) sessizlik anlarından sonra mutlaka birisi çıkar ve bu yazıdan mahrum geçen sürede (dolayısıyla hiçbir gerçeklikle doldurulmamış bakir geçmişte) neler olduğunu belli bir bakış açısı ile anlatır. Bir nevi tarih yazımı işte. Ben de birileri benim adıma bu işi yapmadan, hakkımda ileri geri konuşmadan önce ben başlayayım dedim.
Tam 50 gündür yazmamış olduğumu tespit ettim. (ve rakamlarla neden bu kadar haşir neşir olmayı sevdiğimi anlamadığımı fark ettim) Daha önce ben otoriteyim diyen birisi belli bir düzende yazmamı emretmişti. Bir süre boyun eğip periyodik olarak yazsam da son dönemde ben kayayım diyecek olan birisinin arkasına saklanmayı tercih ettim. Ama endişeye gerek yok. Periyod=10 aynen yola devam.

Neden yazmaya ara verdiğime gelince… Yazdım, çok yazdım, sayfalarca yazdım ama yayınlamadım değil. Yazmadım. Teşebbüslerim oldu ama hepsinde aynı nokta rahatsız etmeye başladı.
Neden onlar benim vardı? İşte bu soruyu kendime sormayı unutmaya başlamıştım. Belli bir kimliğe bürünme, farklı yazıların bağımsız karakterlerinin kaynağı olarak belli bir özü görme, yorumlara göre kendini ayarlama bir süre sonra ise bütünlük arayışı ve yazıya bunu yansıtma. Komplikasyonlar bu şekilde gelişti. Onlarbenim gibi çok kimlikli yapılar, aslen belli kimliklere sıkıştırılmış yani özgürlükten uzak bir yapı gibi gözükse de aslında orijinsiz hareket edebildiği için büyük bir özgürlük imkanına sahiptirler. Oysaki bunun farkındalığı belirli alışkanlıklarla kaybedersek, zamanla bir karaktere sahip olarak o tadını fark edemediği özgürlüğünü kaybetme tehlikesi yaşayabilir. Onlarbenim de bu durum ile karşı karşıya kaldı. Sıkı bir ficut çalımı attı, yere düştü, hakem penaltıyı çalmadı. Derken yazarın gözünde düşünce adamlarının yıllardır yazıp çizdiği bir ikilik canlandı. Düzen arayışı bir yandan yaşamımızda kurmayı düşlediğimiz öznesel bütünlük sağlarken, diğer yandan özgürlüğü elimizden alıyordu. Çok yazık.
Tereddüt ediyorum. Bir yandan blogun düzenleyici faaliyetlerini yerine getirememesinden gurur duyup, tahakküme direnip, özgürlüğümü ilan ederken diğer yandan o düzenleyicilikle gelen üretimin eksikliğini görüp şaşırıyorum. Ne gariptir ki, düzen, gündelik uğraşlarımızda sürekli yaratmaya çalıştığımız arzulanan bir olağanlık iken, aynı düzen kavramı, hayatımızı nasıl yaşayacağımızı belirleyen genel bir yapı (strüktür) olunca hele bunu bir de kitaplardan sakallı abilerce okuyunca nedendir bilinmez bu fikre dayanamıyor hiçbir zaman kalkışamayacağımız o büyük isyanı düşlüyoruz.
Ben isyankarım. Hem de içindeki isyan ateşini düşlerini yakmak için kullanacak kadar uysallaştırılmış bir süper kahramanım. Ama artık bunu söyledikten sonra tam aksini iddia edecek kadar da çok yapılı ve özgürüm tekrar. Hayır aslında öyle değilim. Hah Bak nasıl döndüm ama. Kendime (kendilerime, onlara) geliyorum artık.

Şimdilik bunları bir kenara bırakabilirdim. Nasolsa kendimce süsleyebileceğim elli günlük bir boşluk var. Kendi kişisel tarih yazımımı sessizliğe sunulan artistik darbelerle daha cool bir hale getirebilirim. Yine, önceki paragraflarda bahsettiğim o özneye bürünüp size yazıdan öte farklı ifade yolları keşfettiğimden ve bunları zevkle yaptığım için bu romantik metodu bir süreliğine terk ettiğimden bahsedebilirim. Ama hiçbirini yapmadan tek bir açıklama sunacağım.
Yazmadım çünkü yazmadım.
Buna ne denir ki? Eminim siz de bir süre bu köşeye uğrayıp yeni bir yazı olmadığını görünce, bu münzevi haller için çeşitli sebepler uydurmuş, yazar hakkında türlü hikayeler yazmışsınızdır kafanızda. Peki bu düşünsel yazılarınızı, siz yazdınız mı?