Motoru nefs ile çalıştıralı beri, karayollarının dikkatini çekecek kadar yol kat edildi. Direksiyon elde, gözler ise yolda, değil, hep otobüsün içindeydi. Beni ikinci yazının öznesi olarak hatırlayanlar olacaktır.
Evet, tekrar vücuda geldim çünkü müdahale etmem gerekti. Hayır, bu sefer ne yazara, ne yazan özneye. Oyun kuralları içerisinde bir müdahale diyelim yani. Nizami şarj bir nevi. Size dokunmak istedim. Beni okuyanlara…
Otobüsün her yanı incelemeye alındı. Blog düzenleyicisi olarak yazar elinden geldiğince risponsif olmaya çalıştı kendince rispons’larını yazıya yedirerek. Tabi özneler çoğalınca okuyucu profili de çeşitlendi. Kimi neşe ile sevgi ile otobüsün seyrini izledi. Kimi şaşkınlıkla karışık bir huzurla otobüsün içinde olduğunu far(z)(k)etti. Bazısı hiç katılamamasına rağmen otobüsün ön camından içeri dik dik bakma ilgisini gösterdi. Bazısı ise üst havalandırma camından, tam da Aziz Paulus’un bağışlanması imkansız günahını işleyerek küstahça baktı. Onlar için herkes eş değerdeydi.
Pekiyi, neden şunca zaman, “onlar”, onlarla temasa geçmedi? Kendince hep onların onlar olduğunu iddia etti de hiç bunu sorgulamak aklına gelmedi ? İşte bu onların beklediği-istediği bir soru idi. Belki, kimi akıllarda şekillenmişti ama hiç telaffuz edilmedi.
Bu sebeple 11 yazıdan sonra yine Sümer sayı sisteminin sevimliliği sebebiyle 12.yazıyı onlara bırakmak istedik. Onlar yazsın şekillendirsin böylece bu yapının bir parçası olarak yerini alsın dedik. Bu sebeple işte bir önceki yazıyı yazan bir özne yoktu. Dolayısıyla yazı da yoktu. Fekaat, yazı varolmak adına vardı. Geleceğe dönük bir varoluş yani. Ama biz yine de bu yazının yazılış tarihine saygımız adına o yazıdan bahsederken geçmiş zaman kullanacağız.
O yazı, onlar için bir ayna oldu. Yansımacı bir özneye sahip olmanın tek yolu buydu. Neden mi?
Onlarla beraber biz de büyüdük. Özne olarak bir “onlar” ı gördük başka ne var pek bilemedik. Çünkü tüm bu dünya onlar için yaratılmış ve biz bu düzenin tek algılayıcısıymış gibi hissettik. Henüz yeni doğmuş bir bebektik. Anne sütüne muhtaçtık. Yazan öznenin yazıyı tamamladıktan sonra görevinin bittiğine inanarak şunca zaman gelen yorumlara cevap yazmaktan kaçınmıştık.
Şu geçen sürede ise dünyadaki tek özne inancımızdan kopacak bir nesne-özne aradık. Evet, Lacan’ın aynasını anmadan, ona hakkını vermeden geçmek olmaz. Zira bilincimizin akışını serbest bırakmışken onun oluşunu gerçekleştiren olaydan bahsetmemek olmazdı. Bu ancak “onlar”’ın içine doğmayan onlar’dan, yani aynadan, yansıyarak gelebilirdi. Ki “onlar”, onlar arasındaki yerini belirlesin.
Bir de şu var ki, bu noktada, yazan özne olmayacağı daha doğrusu okuyucular eyleyicilik kazanarak yazının kendisini oluşturacağı için yorumlara hertürlü cevap verme imkanı olacak onlar denen özneler grubunun.
Ben aynaya gönderilen ve tezahürünü oluşturacak oluşumu başlatan ilk adımım.
Evet, tekrar vücuda geldim çünkü müdahale etmem gerekti. Hayır, bu sefer ne yazara, ne yazan özneye. Oyun kuralları içerisinde bir müdahale diyelim yani. Nizami şarj bir nevi. Size dokunmak istedim. Beni okuyanlara…
Otobüsün her yanı incelemeye alındı. Blog düzenleyicisi olarak yazar elinden geldiğince risponsif olmaya çalıştı kendince rispons’larını yazıya yedirerek. Tabi özneler çoğalınca okuyucu profili de çeşitlendi. Kimi neşe ile sevgi ile otobüsün seyrini izledi. Kimi şaşkınlıkla karışık bir huzurla otobüsün içinde olduğunu far(z)(k)etti. Bazısı hiç katılamamasına rağmen otobüsün ön camından içeri dik dik bakma ilgisini gösterdi. Bazısı ise üst havalandırma camından, tam da Aziz Paulus’un bağışlanması imkansız günahını işleyerek küstahça baktı. Onlar için herkes eş değerdeydi.
Pekiyi, neden şunca zaman, “onlar”, onlarla temasa geçmedi? Kendince hep onların onlar olduğunu iddia etti de hiç bunu sorgulamak aklına gelmedi ? İşte bu onların beklediği-istediği bir soru idi. Belki, kimi akıllarda şekillenmişti ama hiç telaffuz edilmedi.
Bu sebeple 11 yazıdan sonra yine Sümer sayı sisteminin sevimliliği sebebiyle 12.yazıyı onlara bırakmak istedik. Onlar yazsın şekillendirsin böylece bu yapının bir parçası olarak yerini alsın dedik. Bu sebeple işte bir önceki yazıyı yazan bir özne yoktu. Dolayısıyla yazı da yoktu. Fekaat, yazı varolmak adına vardı. Geleceğe dönük bir varoluş yani. Ama biz yine de bu yazının yazılış tarihine saygımız adına o yazıdan bahsederken geçmiş zaman kullanacağız.
O yazı, onlar için bir ayna oldu. Yansımacı bir özneye sahip olmanın tek yolu buydu. Neden mi?
Onlarla beraber biz de büyüdük. Özne olarak bir “onlar” ı gördük başka ne var pek bilemedik. Çünkü tüm bu dünya onlar için yaratılmış ve biz bu düzenin tek algılayıcısıymış gibi hissettik. Henüz yeni doğmuş bir bebektik. Anne sütüne muhtaçtık. Yazan öznenin yazıyı tamamladıktan sonra görevinin bittiğine inanarak şunca zaman gelen yorumlara cevap yazmaktan kaçınmıştık.
Şu geçen sürede ise dünyadaki tek özne inancımızdan kopacak bir nesne-özne aradık. Evet, Lacan’ın aynasını anmadan, ona hakkını vermeden geçmek olmaz. Zira bilincimizin akışını serbest bırakmışken onun oluşunu gerçekleştiren olaydan bahsetmemek olmazdı. Bu ancak “onlar”’ın içine doğmayan onlar’dan, yani aynadan, yansıyarak gelebilirdi. Ki “onlar”, onlar arasındaki yerini belirlesin.
Bir de şu var ki, bu noktada, yazan özne olmayacağı daha doğrusu okuyucular eyleyicilik kazanarak yazının kendisini oluşturacağı için yorumlara hertürlü cevap verme imkanı olacak onlar denen özneler grubunun.
Ben aynaya gönderilen ve tezahürünü oluşturacak oluşumu başlatan ilk adımım.
Ben ışığım.
Onların isteği şudur ki: bu yazının yorum bölümüne, ayna vazifesi görerek tüm bu süreci ele alacak şekilde, okuyucular yorumlarını yazsın. Tartışılsın. Kimse yazmazsa, kimse üzülmesin.